Ne Büyük Bir Hayal Kırıklığı

Sabahları sanat haberlerini takip ediyorum; haberler çoğunlukla Batı sanat dünyasından ve başka bir zaman ve coğrafya için icat edilmiş senaryo ve modellere öykünen yerlerden geliyor.

Bazı sanatçıların sanat dünyasının fenomeni haline geldiği ve sanki bu haber değeri taşıyormuş gibi galerilerde sergi açtıkları haberleri beni sık sık şoke ediyor. Bunlar benim gerçekliğimden çok uzak geliyor bana. Eskiden en az iki sanat dünyası vardı: Biri piyasa ve güç etrafında, diğeri ise bunun dışındaydı. Ancak aralarında bir nebze de olsa etkileşim ve geçirgenlik vardı. Artık bunların tamamen iki farklı gerçekliğe dönüştüğüne ikna oldum. “Birinci dünya” sanatına bir tür 19. yüzyıl ortası salon resmi, güç ve egemen ideolojilerin hizmetinde bir pratik olarak bakıyorum. Büyük salon sergilerindeki iktidarın makbul sanatı, bugünün %1’lik kesiminin müzelerinde de artık kabak tadı veren bir şaka haline gelmiş durumda. Sanat pratiği artık dünyanın herhangi bir yerindeki zombi bir kurumda, beyaz bir duvar ve üzerindeki birtakım şeylerden ibaret değil. 19. yüzyılın salon resimleri gibi, Damien Hirst, Jeff Koons, Marina Abramović ve Anish Kapoor gibi sanatçılar da dâhil olmak üzere günümüz sanatının çoğu çöpe gidecek.

Sanat projelerini değerlendirdiğimiz toplantılarda bir meslektaşım sık sık “Sanat bunun neresinde?” diye sorar. Bu, sanatın neye dönüşebileceği ve etrafımızdaki dünya hakkındaki düşüncelerimizi nasıl zenginleştirebileceği hakkında her zaman iyi bir sorudur. Peki ya daha derine inersek? Sanat eserini bir nesne olarak değil de dünyayı bir anlığına durdurup bizi düşündürme kapasitesine sahip bir araç olarak ele alırsak ne olur? Ya sadece kişisel düşüncelerimizde değil, aynı zamanda söylemimizde bir dönüm noktası yaratma potansiyeline sahipse?

Modernizmden sonra sanatın dili, ilmihâl diyebileceğimiz bir şekilde yeniden değişti. Özelleşmiş bir dilde üretim yapan bir istisna olarak sanatçı figürünün yerini, uygulamaya erişim sağlayan diller almaya başladı. Ancak bu diller eserden çıkarıldığında ne olacağını çözmekte hâlâ zorlanıyorum. Ya geriye hiçbir şey kalmazsa? Adını koyamadığım o temel şeyin tortusu bile? Önemli olan sanatsal bir önermenin etkisi, yoğunluğu ve gizli payandası, düşüncelerimizi değiştirebilme gücüdür. Eğer sanat böyle bir güce sahip değilse, okuduğunuz bir metin ya da katıldığınız bir tartışma gibi diğer birçok uygulamaya benzer bir şey olur. İçimdeki sanat tarihçisi, istisnai olma, aura vb. kavramlarla dolu bir Avro-Amerikan geleneğinde eğitilmiştir. Kendime bu gelenekle sadece bir olgu olarak ilgilenmem gerektiğini hatırlatmalıyım. Kuşkusuz, bir küratör olarak bu türden pek çok sanat eserini kamuya sundum ve onları da birer tarihsel olgu olarak ele aldım. Sergiler belirli bir zaman ve bağlamdan anlam ürettiği ve daha önce yapılmamış tartışmaları gündeme getirdiği sürece eserlerin zamana dirençli olup olmaması bir önem taşımıyordu. Mesele şu ki, sanat eseri tek başına değişmez; dışındaki dünya, hitap ettiği kişiler ve iletişim biçimiyle birlikte dönüşür.

Artık tek bir kamu hayal etmiyoruz ve uzun zamandır “izleyici” kavramının yerine, tek yönlü bir akışa kısa devre yaptıran bileşenler olan çeşitli kullanıcılar kavramını koyduk. Peki, eser ile izleyici arasındaki boşlukta faaliyet gösteren ve sessiz bir kamuya ses veren bir yazar olarak benim rolüm ne oluyor? Bir yazar olarak bu tabloda nerede durduğumu bilmekte sık sık zorlanıyorum. Tohum bankası kuran bir sanatçı hakkında yazmaya nasıl başlanır? Bir sanat eleştirmeni, bu kadar farklı bilgi ve uzmanlık gerektiren bir sanat pratiği hakkında konuşmaya nasıl başlar? Öte yandan, çoğu sanatsal “araştırma” genellikle ne araştırma ne de sanattır. Bu kavramla ilgili her şey sorunludur. Bunun gerçek bir araştırma olmadığını, fonları sömürdüğünde ya da başkalarının hakiki araştırmalarını kendine mal ettiğinde ve sadece ikincil kaynaklarla ilgilendiğinde anlarız. Sıradanı çarpıcı olandan nasıl ayırırız? İlk Soyut Dışavurumcular ile 1950’lerin sonlarındaki sanat okulu fabrikalarından çıkan dışavurumcular arasında olduğu gibi, her zaman farklılıklar olmuştur. Siz hangisini tercih edersiniz? Bariz olanı bana göstermeye kalkan sanatı ne yapayım?

Bazen yanlış yere bakıyoruz ve hapsolduğumuz andan çıkamıyoruz. Benim günümüz sanat dünyasıyla deneyimim de böyle. Bu, sanatın doğasını ve yerini sürekli sorgulamama neden olan sinir bozucu bir karşılaşma.

— Temmuz/Ağustos 2024’te The Brooklyn Rail’de yayımlanan yazının çevirisidir. Özgün metin
için bkz. Vasıf Kortun, “The Big Bummer” [Ne Büyük Bir Hayal Kırıklığı], The Brooklyn Rail, Sayı:
231, Temmuz/Ağustos, 2024. Erişim tarihi: 19.10.2024,
https://brooklynrail.org/2024/07/criticspage/The-Big-Bummer/.