Sanat Bashka, 28.04.2016
Otoriter, disiplinli ve fakat saygılı ve espritüel SALT Araştırma ve Programlar Direktörü Vasıf Kortun’la gündemi konuştuk…
E-Kitap çalışmalarınız nasıl gidiyor ve basılı yayıncılık hakkındaki düşüncelerinizi anlatır mısınız? “
Ön gördüğümüz gibi devam ediyor. Kimileri bu meseleye güncel bir sübjektiviteden, biraz yargılayıcı biçimde ama çoklukla da derslerini çalışmadan baktıkları için yanılgıya düşüyorlar. E-Kitaplar, beklenildiği gibi satmıyor diyenler var, olabilir, tabletler henüz yeterli olmayabilir ama bunlar piyasa görgüsü, bire bir düşünme. Ortada kesin olan bir gerçek var ki, o da Gutenberg galaksisinin bittiğidir. İleride eskisi gibi, kitap da roman da yazılmayabilir, ama hikayeler anlatılmaya devam edecektir. Yazı tarzlarını biçimleyen şeyler, yazıyı neyle yazdığın, elle mi, daktilo ile mı, yumuşacık, parmaklarının ucunda direncini bile hissetmediğin tuşlarla mı, birilerine okuyarak mı? Bu eylemlerin her birinin bedenselliği de süresi de farklı. İleride klasik anlamda kitap hâlâ çıkabilir fakat belirleyici olan bu değil, dönüşemeyen teknolojiler biraz daha direnç gösterebilir ama bunlar da tali konular. Artık belirleyici olan, ekran temelli yazma biçimleri. Örneğin takip ettiğim bir çok web dergisinde “long form essays” diye ayrı bir bölüm oluyor, buna nasıl karar veriyorlar bilemiyorum ama “long form” dedikleri New Yorker dergisi yazıları uzunluğuna tekabül ediyor. Bunu söylemeye ihtiyac duymaları çevrimiçinde zaman konusuna farklı yaklaşımları gösteriyor. Bu durumlara doğan yeni kuşakların hikaye ve araçları farklı olacak.
Aksanat’ın iptal edilen “Barış Sonrası” isimli sergisi için ne düşünüyorsunuz?
Başka kurumlar hakkında konuşmam hoş karşılanmıyor. Dikkat edilmesi gereken serginin iptal edilmesinden ziyade sürecin nasıl işlediği. Aksanat’ın idari bir düzeni var. Araştırma, bilgi, deneyim ve içerik kendi kadrolarından gelmiyor dışarıdan hizmet olarak alınıyor. İçeriğin dış kaynak hizmetle sağlandığı durumlarda süreç ve sorumluluklar fragmanlara dönüyor. Kurumun hafıza, misyon ve mirası da etkileniyor. Bu meselede kimin sorumlu olduğunu kavrayamadım çünkü iptal açıklamasını yapan, o sergiyi gerçekleştiren, o sergiyi seçen veya gerçekleşmesine aracı olanlar değil. Açıklamayı yapan sadece fon ve yer sağlamış. Farklı bir kurumsallık zihniyeti var.
Türkiye’de kendinizi özgür hissediyor musunuz?
Bu soruyu sormandan belli, ülkede kim kendini özgür hissediyor ki? Her kulun bir Can Dündar, barış çağrısı yapan bir akademisyen, bir Cerattepe koruyucusu kadar özgür, cesur, vicdanlı olmasını bekleyemezsin ama çevrelerine serpiştirdikleri umut, yaşayarak gösterdikleri örnekler özgürleştirici. Özgürlük bahşedilen bir lütuf değil ama gündelik hissiyatımı soruyorsan, hiç bu kadar ablukada hissetmemiştim. İşin kötüsü bunu sadece şu an erki ellerinde tutan ve istedikleri gibi hoyratça kullananlardan söz etmiyorum sadece. Ülkenin üzerine sinmiş olan umursamazlık, sadece öz çıkarını kullanma durumu, değer çöküntüsü ve muazzam cehalet çok endişe verici.
Önceden sanatçı ve küratör adı ön planda iken, şu an sergi isimleri daha ön plana çıktı sanki..
Bak bu çok formel bir soru. Eğer bunun bir tarihi dönüşüm olduğunu düşünüyorsan, hayır, değil. Sanatçı ismi de küratör ismi de bir nevi markalama idaresine dönüştü, onu geçelim. Serginin isimleri de çok önemli değil, ama bazı isimler sergiyi yapar da yıkar da. SALT’ın sergi isimleri mesela, dünyada bizim muadillerimizin koyduğu başlıklara göre, özellikle sıkıcı, sorunlu, zor okunabilen ama kendini asla markalamaya heba etmeyen bir duruşu olan isimler.
SALT’ın pratiğinde, sanat işleri, sanatçı, düzenleyen, belli bir ekoloji içinde var oluyor. Projeleri meraklar üzerine yapılandırıyoruz, tartışma açmak adına yapıyoruz. Seçili meseleler üzerine düşünmek üzere yapıyoruz. Bizim işlerimizin temelinde, “eserin amacı; tartışmanın aracısı olmaktır.”
Gezi sonrası, Beyoğlu’nda sanatsızlaştırma söz konusu mu?
Hayır. Caddenin genel gidişatı bu. Ama bir yandan da kitsch ve avam temaşaa projeleri çoğalarak geliyor üzerimize. Mumya müzesi vs. Zaten bir nevi cehaletle temaşanın tavan yaptığı, kültüre dair müthiş bir banalliğin hüküm sürdüğü bir zamanda Beyoğlu’ndan da fazlasını bekleme.
Salt Beyoğlu bu yüzden mi kapalı şu an?
Beyoğlu’nun aşırı kamusallığının getirdiği çok değerli bir ilişkisellik vardı, en beklenmedik konukları ağırlıyorduk. Ama bir yandan da, şu an da Beyoğlu’nda açık olmamak ne rahatlıkmış, özellikle son bombadan sonra onu yaşıyoruz. “Yürü gir” yapamayacak, kapısı açık kurum olamayacaktık. Beyoğlu son virajında şu anda beklemedeyiz, gerekli izinlerin ardından yeniden değerlendireceğiz.
Türkiye’yi seviyor musunuz?
Bu coğrafyaya olağanüstü bir emek, gönül ve hayatımı verdim. Demek seviyormuşum, ama Türkiye geçmişiyle yüzleşmeyi kabullenmedikçe burada olmaktan memnunum diyemeyeceğim.
Bu duruma tepki olarak bir projeniz var mı?
Provokasyona inanmıyorum. Düz tepkiselliğin pek hayırlı olmadığını düşünüyorum. Kullanıcılarımızın akıllı yaratıklar olduğunu biliyoruz. Hele hele, ellerine fırsat ve doğru araçlar verildiğinde, en zeki kararları verebiliyorlar. SALT’da konuya bu şekilde yaklaşıyoruz. İşimiz yargılamak değil, biz yapabileceğimiz en iyi şekilde soruları sorabilir, tartışmayı açabiliriz ama yargıyı izleyici vermeli. Yargılayıcı ve zaman zaman provokatif bir programla ancak yandaş veya düşman kazanırsınız. Sonra düşmanlar gelmez olur ve yandaşlarla başbaşa kalırsınız. Kurumların işi parçalamak değil, paramparça bu dünyanın birleşebilmesine aracı olmak, beraber düşünmeyi sağlamak. Hele hele SALT gibi bir kurumsanız, yani havadan sudan eften püften şeylerle ilgileniyorsanız, zor sorulardan kaçmıyor ama o soruları sorumlulukla paylaşmayı tercih ediyorsanız…
Türkiye’de bugün sanatın geldiği noktayı ve geleceğe dair öngörülerinizi paylaşır mısınız?
Bu çok milli ve extra large bir soru oldu. Bu soruları sormadığımız bu konuları konuşmadığımız zaman sanat çok iyi bir yerde olacak.