Vasıf Kortun ile Yahşi Baraz ve Büyük Sergileri Üzerine Söyleşi

 Oğuz Erten: Bildiğim kadarıyla ilk Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümüne giriyorsunuz değil mi?

Vasıf Kortun: Sosyoloji ile başladım, sonra Tarih bölümüne geçtim. Boğaziçi Üniversitesi’nde iki yıl kadar okuduktan sonra Amerika’ya gittim. Sonra gene bölüm değiştirdim ve sanat tarihinden mezun oldum. 1983-1988 arasında Institute of Fine Arts’da (IFA) yüksek lisans ve doktora derslerini verdim, doktora sınavlarını geçtikten sonra tez için Türkiye’ye döndüm. Enstitü. IFA Erwin Panofsky’nin kurucularından olduğu bir ekoldür. Asıl alanım 19 ve 20. yüzyıldır. Türkiye’ye döndüğümde sırtımda Batıcıl bir sanat tarihi yükü vardı. Bu çerçeve içinde, aşağı yukarı her şeyi öğrenmek zorundaydınız. Doktora sınavlarını başka türlü geçmek mümkün değildi. Döndüğümde Türkiye’de sanat ve tarihine baktığımda “Bazı şeyler tutmuyor” diyordum. Hâlbuki tutup tutmaması çok da önemli değildi. Yaklaşımım yanlıştı. Burada bu sanatın nasıl okunduğu ve ne üzerinden ilişkiye girdiği çok daha önemliydi. Bir şeye gecikme üzerinden bakıldığında yeterli bir okuma yapılamıyor.  

Oğuz Erten: “1990 öncesinde Türkiye’de sanat yoktur” sözünüz de o ilk yıllarda yaptığınız okumalardan mı?

Vasıf Kortun: Bu radikallikte söylemedim, o bir hurafedir ama buna benzer bir şey ifade etmiş olabilirim.  Tabii ki yanlış bir yaklaşımdı. Bu o zamanlar durumu yerinden okuma zahmetine katılmamış olmakla alakalı. Yeterli kaynak olmadığı veya kaynaklar ortaya çıkarılamadığı için ne bilmediğimizi de bilmiyordum. Zarif okumaları da yapamadık. Bu yüzden 20 yıldır en önemli iş doğru dürüst kaynakçaların oluşturulması için elimden geleni yapmak oldu. Farklı belge ve kaynakları zenginleştirmek. Okuduğumuz doktora ve yüksek lisans tezlerinden çoğu birbirine referanslı kaynaklar. Tarih dışında bıraktığımız o kadar çok sergi ve sanatçı var ki.       

Oğuz Erten: Yahşi Baraz ile ne zaman ve nerede tanıştınız? 

Vasıf Kortun: Amerika dönüşümde, yani 1988-89 yıllarında, tam hatırlamıyorum. Doktora tezimi araştırmak için Türkiye’ye döndüğüm zamanlardaydı. Galeri Baraz’a da tez araştırması yapmak için gitmiştim.

Oğuz Erten: Bir de Galeri Baraz’da çalıştığınız bir dönem var. Yahşi Baraz ile de o dönemde mi çalışmıştınız? Galeri Baraz’da ne tür projeler gerçekleştirmiştiniz? 

Vasıf Kortun: Evet aynı dönemdeydi. Sanat tarihinden sıkılmış, yaşadığımız zaman ile ilgili konularda çalışmak istiyordum. “Galeri Baraz da arşivi iyi bir başlangıç olabilir” diye düşünmüştüm. Kendi tarihimde bu zaman dilimini ise “Debelenme Süreci” olarak niteleyebilirim. Yahşi Bey ile çalıştığımız bu dönem, bir biyografi çalışmasıydı. Halil Bezmen’in desteği ile Ankara’da yapılacak olan Büyük Sergi için biyografilerin araştırma ve hazırlanmasıyla uğraşmıştım. 

Oğuz Erten: Yahşi Baraz’ın yapmış olduğu Büyük Sergi’nin içinde bizzat bulunmuş biri olarak bugünden baktığımızda o sergiyi nasıl değerlendirebilirsiniz?

Vasıf Kortun: Kurtuluş’taki o bina benim için çok önemliydi. Aynı zamanda da zevkliydi. İki üç günde bir Yahşi Bey’e gidiyorsunuz, onunla sanat ve sanatçılar üzerine sohbetler ediyorsunuz, bu benim için güzeldi. Aynı zamanda Yahşi Baraz, bir kitapsever, bir bibliyofil olarak da çok ilgimi çekiyordu. Bir de çok kibar ve nazik biriydi. Kendi dönemini Yahşi Baraz’ın ağzından dinlemek, oraya gireni çıkanı görmek, çok eğlenceliydi. Galeriye Adnan Çoker, Özdemir Altan, Mustafa Ata, Güngör Taner gibi temelde Mimar Sinan ağırlıklı bir sanatçı grubu gelip giderdi. Burhan Doğançay ve Sezer Tansuğ ile orada tanışmıştım. Benim habitusum değildi ama bu insanları izlemek önemliydi.

Yahşi Baraz’a zorla ilk bilgisayarı aldırmıştım. Yahşi Baraz’a bilgisayar aldırmak büyük bir mücadeleydi, istediğimi almadı ama sonunda aldı. Bunun sayesinde bibliyografyayı oluşturmak bir parça daha kolaylaştı; öncesinde bu iş kağıtlar kesilerek ve ksert kağıtlara yapıştırılarak yapılıyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse benim ilgilendiğim sanatçılar değillerdi, gönlüm başka bir tarafa doğru kayıyordu. 

Oğuz Erten: Hangi sanatçılara doğru bir yöneliminiz vardı?

Vasıf Kortun: Bakmaya başladığım ilk sanatçılardan biri Hale Tenger’di. Daha sonra o kuşağın sanatçıları ilgi alanıma girmeye başladı ve ardından sular seller gibi gelen değişik bir ekip girdi. Hale’den sonra Gülsün Karamustafa, Aydan Murtezaoğlu, Bülent Şangar ve Hüseyin Alptekin’in üzerimde çok etkisi olmuştur. Arada duran Mithat Şen, İsmet Doğan, İnci Eviner, İpek Aksüğür gibi sanatçılar vardı. Kavramsal kuşağa ilgi duymuyordum. Pratiğine yakın olmadığım çok sanatçı arkadaşım da vardı tabiki. 1990ların ortasından sonra merak duyduğum sanatçılar gittikçe güçlendi. Ama bu geçmişin değerlendirildiği anlamına gelmiyor. Bundan sonraki süreç, çok daha keyifli olacak; geçmişe dönük yeni  okumalar yapmaya başlayacağız. Bak, kimsenin dışarıdan gelip sanat tarihimizi yazmasını beklemeyin, o bile bir miktar oluyor gerçi. Kuzey Afrika ve özellikle Arap dünyası bu araştırmasını yapıyor, Doğu Avrupa yapıyor, Ermenistan yapıyor. Türkiye yapmıyor. İşin acı tarafı, örneğin erken Arap modernizmi sürecinde Osmanlı’nın bir yeri var.  Ben neden 20. yüzyıldan neden o kadar az Türkiyeli sanatçının yapıtına dünya müzelerinde rastlanmıyor meselesine de takmış durumdayım.

Oğuz Erten: Var aslında ama hangi anlamda var, onu sorgulamak lazım. Mesela MoMA’da İlhan Koman heykeli envanterde kayıtlı. 

Vasıf Kortun: MoMA’da Cengiz Çekil de var, Kutluğ Ataman da var. Mesele depoda sakladığınız değil aldığınızla ne yaptığınızdır. Yoksa onlara“öksüz nesneler” denir. Amerika’nın bir yerinde depoya koyduğunuz ve bulmanızın neredeyse imkansız olduğu bir envanter numarasından ibaret olanlardan söz etmiyorum. Önemli olan onu sergileyip, dünya literatüründeki yerini görmek.

Oğuz Erten: “Hangi anlamda var” derken bende bunu kastediyordum. Fakat MoMA’nın envanterinde tespit ettiğimiz beş Türk sanatçısı var.

Vasıf Kortun: Ama sergiledikleri Cengiz hoca ve Kutluğ. Pompidou’da ise Halil Altındere, Köken Ergun, Nil Yalter ve bir çok başkası. Tate’te Kutluğ Ataman, Gülsün Karamustafa, Emre Hüner, bir Erdağ Aksel bağışlandı geçen yıl, başkaları da olabilir.

Oğuz Erten: Burada şu soru akla geliyor. Biz iyi iş yapan sanatçılarımızı dünya müzelerinde daha çok görünürlük kazanmaları için neler yapmalıyız?

Vasıf Kortun: Tartışmaya açılmaları önemli. Yoksa burada iyi bir müze olsa da bu işler yurtdışına gitmese ve anlatılar kırılmadan oluşturulabilse. İyi bir iş MoMA’ya ya da Tate’e gittiği zaman içim acıyor doğrusu. Çünkü buradan giden yapıtlar onların büyük hikâyesinin eğreti bir yerinde duruyor. Bir gün gösterilir bir gün gösterilmez veya Koman’lar gibi hiçbir zaman gösterilmez.  Görünürlük parayla oluyor. Bağışınızı yapın, yönetim kurullarına girin, sanatçılarınız da gösterilsin, bu kadar sıradan.       

Oğuz Erten: Peki, çağdaş sanatı 1990’lardan bu yana takip eden ve araştıran biri olarak üzerinde konsensüs olan 1967 Altan Gürman sergisinin ilk çağdaş sanat sergisi nitelemesine ne diyorsunuz? 

Vasıf Kortun: 1967, Türkiye  için hakikaten erken bir tarih. Altan Gürman‘ın mitolojik bir duruşu var ve bir kuşak üzerinde çok etkili. Sarkis bile 1968-69’da kendine geliyor. Sonra başka kırılma alanları da var.

Oğuz Erten: Yahşi Baraz’ın büyük sergilerine dönecek olursak, Ankara’daki serginin biyografilerini oluşturduğunuzu söylemiştiniz, sergiyi görebildiniz mi?  

Vasıf Kortun: Evet. Oradaki sergide resimler biraz istiflemeydi. O sergide “Yan yana ne kadar çok resim koyabilirsem, o kadar iyi” düşüncesi hâkimdi. O dönem sergilerinde de Yahşi Bey’in ön plana çıkan bir özelliği vardı. Yahşi bey geleceği gördü. Küçük Nişantaşı evlerinin ileride yerini büyük duvarlı yapılara bırakacağını, yeni kurulan şirket merkezlerinin lobilerinin ihtiyaçlarını doğru okudu. Bunlar Türkiye’de ilk defa onun tarafından görülmüştür. Bunlar çok iyi adımlardı ama Baraz’ın iyi galeri direktörlerine de ihtiyacı vardı ama o daha çok tek tabanca yoluna devam etmeyi tercih etti. 

Oğuz Erten: 1980’lerde Yahşi Baraz’ın büyük sergilerini açtığı dönemi nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Vasıf Kortun: Zaten Türkiye’de sanat alanında 1980-1983 arasını saymamak gerekiyor; 12 Eylül’ün yaraları ancak üç yılda sarılıyor. 1983 yılı sonrasında ise Tomur Atagök ve Yusuf Taktak’ın çabalarıyla düzenlenen Öncü Türk Sanatından sergileri bir kıvılcım yaşanmasını sağlıyor. Günümüz Sanatçıları, İKSV’nin yaz sergileri, Sarkis’in “Çaylak Sokak” sergisini yarattığı inanılmaz kırılma. Maçka Sanat’ın o dönemdeki rolü, bienalin başlaması. Ben de tam bu oluşumların sonrasında Türkiye’ye gelmişim. Geldiğimde 1983-1988 arasındaki bu çabaların tam farkında da değildim.     

Oğuz Erten: Yahşi Baraz ile daha sonraları nasıl bir ilişki kurdunuz?

Vasıf Kortun: Yahşi Bey ile ilgili hatırladığım ve en hoşuma giden olay Halil Altındere ve Serkan Özkaya’nın 1998 yılında Türk Resminde Soyut Eğilimler sergisinde Burhan Doğançay resimleri ile vals yapmalarıdır. Can Altay, Erden Kosova, Serkan Özkaya, Halil Altındere, hanımım ve birkaç kişi daha açılışa gittik. Planlanmamış bir durum oluştu, yanımızda fotoğraf makineleri yoktu. Sadece Can’da vardı. Vals eşliğinde açılış devam ederken Halil ve Serkan duvardan birer Doğançay resmi indirerek dans etmeye başladılar. Yahşi Bey uzaktan gelerek görevlilere “arkadaşlara dokunmayın” diyerek Halil ve Serkan’ın performansına müdahale ettirmedi. Vals sonrası resimler yerine kondu, müthiş heyecan. Yahşi bey özeldir.

Oğuz Erten: Türk galericilik tarihi açısından Yahşi Baraz’ın yerini nasıl ifade etmek gerekir?

Vasıf Kortun: Yahşi Baraz galericilik anlamında belli bir süre inisiyatifi elinde bulunduran yegane kişidir. Yukarıda eleştirdiğim sergi modeli başka bir şey, gösterdiği çaba başka bir şey. Kendi bilgisini kendi görgüsünü kendi kendine edinmiş biridir. Yurt dışına gidip galerileri gezmesi, müzeleri dolaşması, sanat fuarlarını takip etmesi, sanatçılarla irtibat kurması onun uzun bir süre galericilik anlamında lider olmasını sağladı. Ayrıca bitmeyen kitap merakı ve arşiv tutkusunu da bu ilgilere eklemek gerekiyor. Kütüphanesinde galericilik tarihi ve galericilerin anıları üzerine kitapların neredeyse tümüne rastlayabilirsiniz. Koleksiyoncular üzerine araştırmalar yapıyordu. Sergei Shchukin kimdir? Peggy Guggenheim neler yapmıştır gibi birçok konuyu merak ederdi. Türkiye’de hiçbir galericinin Yahşi Baraz gibi bir merakı ve iddiası olmadı. Ama o zamanki koleksiyoncuların beğenileriyle Yahşi Baraz’ın beğenileri arasındaki ilişkiyi hiç bir zaman kavramamışımdır. Anlayabileceğimi de sanmıyorum. Bugüne geldiğimizde ise Yahşi Baraz yayın yapmaya çalışıyor. Bu bilince ermiş birisi ve bize hazır arşiv sunabiliyor. Bu başka hiçbir galerici ile kıyaslanabilecek bir şey değil.