resmigorus.blogspot.com.tr 24 Kasım 2005
Sakıp Sabancı Müzesi (SSM) yöneticisi, çok saydığım Nazan Ölçer, Financial Times’a “Dünyanın en iyi müzelerinden biri olacağız” demiş. Hangi koleksiyona, nasıl bir bilgi üretimine katkı sağlayabilecek bir programa dayanarak bu savda bulunduğunu anlamadım. Bu tarz müzelerin asal görevi, koleksiyonlarını korumak, yeniden yorumlamak, yorumlarken daha anlamlı bir hâle getirmek üzere özenle genişletmek ve araştırma yapmak değil midir?
Daha doğrusu, henüz tarifi olmayan bir müzeyi nasıl tarif etmeliyiz? SSM, İstanbul’un en teşekküllü müzesi oldu. Gayet profesyonel olsa da, salt montaj endüstrisiyle, taşıma suyla ve ıskalanmış bir geçmişin ithalatıyla mı biçimlenecek? Devasa masraflı marka sergilerinden, benim anlamadığım bir beklentileri olmalı. Çünkü, Picasso tablolarını gerçekten görmek isteyenlere bir Avrupa bileti vermenin, o tabloları İstanbul’a getirtmekten ucuz olacağı aşikâr.
“Onaylanmış liste” endüstrisine yatırım yapan bir müze, dünyanın en iyilerinden biri olmayı iddia edebilir mi gerçekten? Tarih yazmakla yazılmış tarihin takipçisi olmak arasında bir fark olmalı. SSM, ardındaki üniversite ve kumandayı elinde tutan yönetmeniyle yatırımlarını bu yöne çekebilecek imkâna sahip. Asıl korkum, hem SSM’nin bu sergiyle şüphesiz bir biçimde edineceği popülerliğin albenisine kapılması hem de kentteki diğer müzelerin markalaşmış kültürü parayla satın almaya çalışarak anlamsız bir yarışa girmesi…
“Monet Giverny’de” bir sergi adı olabilir kuşkusuz; Monet, Giverny’de yaşadı çünkü. Ya da “Picasso Plajda”, yıllar önce Haldun Dostoğlu ve Şule Malhan’ın katkılarıyla 1991 yılında düzenlediğimiz Robert Rosenblum konferansının adıydı. Picasso’nun plaj resimleri önemlidir, değişim sürecine de işaret eder. Ama Picasso İstanbul’da demek, Atatürk 104 yaşında demekten farksız.
Belki de Serkan Özkaya haklı çıkacak ve “orijinal” görmemiş bir izleyicinin “orijinalle karşılaşmasının vazgeçilmez düş kırıklığı”na tanık olacağız. Meseleye şuradan da bakabiliriz: Duchamp İstanbul’da deseydik ne olurdu?
Boğaz kıyısında Picasso sergisiyle kendisine talihsiz bir rota çizen SSM en azından, yaptığını hakkıyla yapıyor. Dolayısıyla SSM üzerinde bambaşka taleplerimiz olabilir ama bunları diğer müzelerden bekleyemeyiz. Örneğin, yapay kulesi ve cismiyle olmasa da, kendini küçük düşüren adıyla Tate Modern’i çağrıştıran İstanbul Modern*, Avrupa Birliği sürecinde isabetli bir kaza olmanın; bazılarının deyişiyle “müzesi olan lokanta” durumunun ya da havalimanı benzetmesinin ötesine ne zaman geçecek? Birbiriyle çarpışan özel müzeler arasında Pera Müzesi apayrı bir kategoride; mimarisinden programlarına kadar durumu o denli şeffaf ki mürekkep harcamak bile içimden gelmiyor.
*İstanbul Modern’in açılışı 2004’te, dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından yapıldı. Bk.: Emine Merdim Yılmaz, “Oya Eczacıbaşı anlattı: İstanbul Modern’in ilginç hikâyesi”, 15 Ocak 2015 arkitera.com/haber/7760