Yapay/Suni

ΧΧΙ – Mayıs 2001 

Türkçe’de karşılığı “yapay” olan “artificial” sözcüğünün kökeninde “artificium” var. Bu tabir, Orta İngilizce’ye Fransızca’dan, Fransızca’ya ise Latince’den geçmiş. Türkçede olduğu gibi, birçok dildeki eş anlam sözlüğünde de, “yapay” sözcüğünün “taklit”, “gayritabii”, “dürüst olmayan” ve benzeri kötü çağrışımları var.

Oysa bu üretken bir tabir ve zanaat fikriyle ilişkili olarak kullanımda. Doğal olarak/kendiliğinden vuku bulana değil, insanlarca üretilen şeylere işaret ediyor. Daha on yedinci yüzyılda, zanaatkarlarda görünen metal zehirlenmesiyle ilgili meslek hastalıklarıyla ilgili ilk sistematik araştırmacının kullandığı “De Morbis Artificium” tarifi bununla ilgili.

“Yapay”lık, modernizmin de sürdürdüğü ikilikler içinde tarif belirleyen, dolayısıyla günümüze ait olmayan bir kavram. Açalım; yapay sözcüğü “taklit” ya da “sahte” ile de ilişkilendirilegelmiş. İşin püf noktası, Tanrı’nın -bir ilksel kudretin- kendiliğinden ürettiği şeylerin dışında, insan eliyle üretilen şeylere “yapay” denilmesi değil, bu ilksel kudretin dünya üzerindeki temsilcilerinin, yani “yaratıcıların/sanatçıların” ürettiklerinin dışındaki şeylere “yapay” denilmesidir. Tanrı’nın bahşettiği “doğal yetenek” yaftası, “sanatçı/yaratıcı” tiplemesine göndermedir. Dolayısıyla, yapay ile doğal ikililiği; “zanaat” ile “sanat”, “türevsel” ile “otantik”, “isimsiz” ile “müellifi olanın” ikililiğini de barındırır.

Yirminci Yüzyıl boyunca, şiddetini gittikçe arttıran “yapaylık” (taklitçilik, ikinci sınıflık, vb.) yaftası ise, kadınlara, azınlıklara, üçüncü dünyalılara ve her türlü mağdura yakıştırılmaktaydı. 1980’lerin ilk yıllarında, sanatlarda işlenen “simülasyon” tartışmalarının odağında da bu konu vardı. Mağdurlar “eksik “likleriyle tarif edilmekteydiler, penisleri yoktu (yarıp, fışkırtmıyorlardı -tuval üzerine sert bir fırça vuruşu, kalemle kağıda bırakılan iz, çekiçle biçimlenen beden-). Ancak “eksik” olanlar “yapaylıklarını” olanca güçleriyle temellük ettiler, yapıbozumuna uğratarak adrese geri yolladılar. O tartışma bitti. Simülasyonun da evreleri vardı: Endüstri öncesinde insan suretinde alçı melek yapılmaktaydı; sonrasında, insan suretinde mekanik bir “işçi” tahayyül edenler “robot” u keşfettiler -robot Macarcada işçi demekti-. O dönemde heykeller çoğaltılmaya başlandı, parçalar is farklı konfigürasyonlar içinde yeniden kullanıma girdi (Rodin). Vesaire, vesaire. Endüstri sonrası toplumda temsil sona erdiği gibi simülasyonun statüsü de değişti. Tabii, suretler, günümüzde dahi o denli etkili ki temsilin sonlandığını hissedemezsiniz. Ancak, en azından şunu farketmişsinizdir: Artık temsili oluşturan, sayısal omurga! (sinema karesi ile video sekansı arasındaki farkı düşünün örneğin). Yani, sayısalın olduğu yerde, yapay’dan söz etmek artık olası değil. Örneğin yaşındaki çocuğunu bir kazada yitirmiş olan annenin bebeğini “geri getirmek/yeniden yaşatmak” için hiç bir yasa ve yasak tanımayacağ savlamak abartılı olmaz. Artık klonlama teknolojisi ile bunu gerçekleştirmek çok kolay. Nitekir şu anda gizlice insanlar klonlanıyorsa doğal/yapay ikililiğini hiç bir geçerliliği kalmaz. . İnsanlık (Batı), uslanmaz kibiriyle Tanrı’nın elinde kalan son sembolik kaleleri de ele geçirmekte ve aynı hızla onları özel mülke devretmektedir. Yapılabilecek tek şey, yapaylık tartışmalarıyla vakit geçirmek değil, yeni dünyayı etik bir uzlaşma çerçevesinde kurmaktır.