Istanbul Bienali: Vasıf Kortunla Faks Söyleşi

Mine Kazmaoğlu

Arredamento Dekorasyon, 1996

Mine Kazmaoğlu: Daha önce aynı görevi üstlenmiş biri olarak, sizce bir İstanbul Bienali düzenleme uğraşının anlamı ve sorunları nedir?  

Vasıf Kortun: Süreli sergiler tuhaf faaliyetler, kalıpları önceden belli olsa da modelleri yeniden üretilmek zorunda. İstanbul Bienali Türkiye’nin geniş kapsamlı yegâne uluslararası sanat faaliyeti, dolayısıyla sanatçılara ve sanat izleyicilerine sağladığı eş zamanlılık ve yeni izleyicilerin güncel sanata ısındırılması serginin en önemli veçhesi. Merkezleri kaydırarak İstanbul sanatçı ve izleyicisine nasıl bir durum sağlayabiliriz, eğitim yönü nasıl güçlendirilir soruları benim için önemli.  

MK: İstanbul bir çağdaş sanat metropolü mudur? Değilse yakın gelecekte olabilir mi?  

VK: İstanbul çağdaş sanat metropolü degil olması gerektiğine de emin değilim. Bu şehirdeki güncel sanat ortamı bienale endekslenmemeli. Güncel sanatı yapıldığı anda kaydeden, ifade eden, toplayan ve dağıtan kurumlar henüz yok. 87-95 arası yapılan dört bienal birbirleri üzerine inşa edile edile buraya kadar varıldı. Bu İstanbul’da var olan kurumsallaşmayla ulaşılacak en optimal nokta. Eğer Türkiye için bu faaliyet bir vitrin olarak kullanılmayacak ise bundan böyle Bienal faaliyetinin yeniden tarif edilip boyutlarının küçültülerek önümüzdeki iki yıla farklı tarzda yayılması gerekiyor. Bu var olan kadrolaşmayı da en verimli tarzda kullanmak anlamına geliyor. Günde bir defa yiyip şişmek yerine azar azar beslenmek lazım. Bienaller türünden inatla çoğaltma, üst üste yığma, kitleselleştirme birer birer işlerin görülmesini anlaşılmasını zorlaştırıyor, işlere saygılı değil, sanatın kendi işleyişlerini bozuyor. Yani İstanbul kendine yeni modeller üretmek zorunda, bunu yapabilme olgunluğuna erişti, kendini katlayarak dünyada yerini edindi ve artık alternatifler de üretebilir. Ben aslında, İstanbul’a bienallerin gerekmeyeceği günleri düşünerek bienallerin tasarlanmasını teklif ediyorum, çünkü bakıldığında bienaller taşra faaliyetleri (yani “merkez dışı” yerlerin kendilerine ilgi çekme cabaları): São Paulo, Venedik, Santa Fe (ABD), Johannesburg, Sydney vb.  

MK: Bir İstanbul Bienali’nin dünyanın başka yerlerindeki bienallerden farkı ve benzerlikleri var mı?  

VK: O her sergi için üretilecek olan bir vizyon, benim yukarıda işaret etmek istediğim de bunun yönünü tarif etmek, Rene klasik bir modeli küreselleştirerek bir sergi yaptı, benim modelim milli bienal modelini kullanmak ve saydamlaştırmaktı, Beral hanım her iki modeli aynı anda kullanmıştı. Gene söylüyorum, bienal kurumların dört dörtlük yerleşmediği yerlerde bir vazife yerine getiriyor, artık önemli olan kurumların yerleşmesine bienallerin nasıl hazırlık yapabileceği. Salt Türkiye icin değil bulunduğu yerin genelinde.  

MK: Bu yılki bienalin teması olarak…  

VK: Bienal genel kültürel ortamda küresel bir zenginleşmenin ifadelerinden bir bölümünü bir araya getirdi, bir yandan da 1960larin sonuna ve erken 70lere referanslamalar yaptı. Küresel zenginleşme derken eskisine göre öte yerlerdeki faaliyetlere merkez kurumlarının açılmasından ve yayılma imkânlarını bulabilmelerinden ve bazı sanatçıların da bu konularda daha çok is yapmalarından bahsediyorum. Son altı yılda, Yer Sihirbazlarından başlayarak sanat kurumlarının daha önce hiç görülmediği şekilde açıldıklarını ve öte yerlerdeki sanatçıların da bu kurumlara yöneldiklerini göz önüne aldığımızda (ki bunun bir veçhesi maalesef yeni-kozmopolitlik) kapıları acık tutan bir kurumsallaşmaya gidilmesinin ivedi olduğunu düşünüyorum. Bu sergi tabii ciddi ve güncel.  

MK: Bienal’de sunulan ürünler gördükten sonra…  

VK: Evet, ama biraz da biteviye. Biteviye olmasının sebebi de bu tarz sergilerde birer birer islere özen verilmesinin imkânsız oluşu ve hep yanlarındaki işler tarafından boğulması ve benzer bir şekilde seviyelendirilmesi. Kütlesel sergilerin negatif yönü bu.  

MK: Kayda deger?  

VK: Benim en sevdigim üç iş Svetlana Kopistiansky’nin anteropdaki jimnastik salonu ve kitaplı işi, Hale Tenger’in Dışarı Çıkmadık, Çünkü hep dışarıdaydık…, Nedko Solakov’un duvar kâğıdı üzerine yaptığı çizimler ve Sarkis’in Pilav ve Tartışma Yeri oldu. Her biri de üzerine düşündüğünüzde kendini zenginleştiren anlamlarını açan ve kendi mekânlarını tarif eden ve yaratan islerdi. Erken ayrıldığım için tarihi yarımadadaki işler tümüyle bitmemişti onun için sadece antrepodan bahsediyorum.