3. İstanbul Bİenali

Nokta, sayı: 38, Eylül 1992.

Haliç’teki eski Feshane, yeni Eczacıbaşı Sanat Müzesi 3. Uluslararası İstanbul Bienali’nin yoğun hazırlıkları içinde. 16 Ekim-30 Kasım tarihlerindeki bu etkinliğe yetmişin üzerinde sanatçı katılacak.

On beş farklı ülkeden yetmişin üzerinde sanatçının katılacağı 3. Uluslararası İstanbul Bienali önümüzdeki ay, Eczacıbaşı tarafından İstanbul Sanat Müzesi’ne dönüştürülen ve restore edilen eski Feshane binasında gerçekleşecek. Böylesine tarihî ve etkileyici bir binada farklı kültürlerden sanatçılar bir araya gelerek, farklı konular üzerine yaptıkları çalışmalarını sergileyecekler.

Bienale katılan Türk sanatçıların sayısının bu yıl diğer ülke sanatçılarıyla eşitlenmesi uygun görülmüş. Canan Tolon, Selim Birsel, Gülsün Karamustafa, Hakan Onur ve Hale Tenger’den oluşan Türk sanatçılar, İstanbul kentinin özellikleri göz önünde tutularak bulunmuş “Megalopol” kavramı üzerine çalışmalarını sürdürüyorlar. Bienalin bu yılki düzenleyicisi Vasıf Kortun, bu etkinliğin tek amacının Türkiye’yi köşede kalmış, suskun ve bıkkın tavrından çıkarıp, uluslararası platformda diğer ülkeler kadar önemli bir yere getirmek olduğunu söylüyor. Kortun sorularımızı yanıtladı:

Nokta: 16 Ekim’de başlayacak olan bu üçüncü bienalin, Beral Madra’nın düzenlediği ilk ikisinden farkı ne olacak?

Vasıf Kortun: Öncekiler biliyorsunuz hep birçok farklı mekânda gerçekleşti. Bu bienalin ise tek mekânda gerçekleşmesi kararlaştırıldı. İstanbul’da bu tür etkinlikler için sürekli kullanılabilecek bir yere ihtiyaç vardı. Ayrıca ben baştan beri sergiyi tek bir alanda toplamak arzusu içindeydim; çünkü İstanbul’un yapısından dolayı, sergiyi değişik yerlerde düzenlemek büyük zorluklar çıkarıyordu, işlerin rahat izlenmesini engelliyordu. Üstelik kullanılan bu mekânlar yeterli nitelikte de değildi. Tek mekân her şeyi eşit olarak, hiyerarşik bir düzen olmaksızın kapsayabilecek böylece.

Nokta: Bundan önceki bienalleri Beral Madra düzenlerken bu yıl siz üstlendiniz bu görevi. Böyle bir değişikliğe niçin gidildi? V.K.: Bilmiyorum. Vakfın icra kurulu bienali düzenleyecek kişiyi seçiyor. Ben vakfın sürekli elemanı değilim. Geçici bir elemanım, yalnızca bu sergi için görevdeyim. Önümüzdeki yıl da aynı görevi başka biri üstlenebilir.

Nokta: Daha bienal başlamadan çeşitli spekülasyonlar oluyor. Sanıyorum üstünde en çok durulan konu da bienale katılacak sanatçıların seçimi. Bu seçim, özellikle Türk sanatçılar için, hangi ölçütlerle yapılıyor?

V.K.: Önce yabancı sanatçılarla ilgili söyleyeyim: Yabancı sanatçıları kurul seçmiyor. Biz yalnızca bu sanatçıları seçecek yabancı kurumları ya da kişileri tespit ediyoruz, onlar bize kendi seçimlerini öneriyorlar. Türkiye’ye gelince; sergiler belli bir tasarım, belli bir kavram ve konu çerçevesinde düzenleniyor. Bu bienal de belli bir konu etrafında düşünüldü. Katılacak sanatçıları belirlenen konudan yola çıkarak ben önerdim. Danışma kurulu da bir iki değişiklikle onayladı seçimimi. Sonuçta serginin sorumluluğu tamamen bana ait, kurula değil.

Nokta: Peki, sizin seçim ölçütleriniz nelerdi?

V.K.: Benim ölçüm kurduğum tasarımdı. “Megalopol” diye bir konuyla girdik işe. Yüce ve aşkın şehir anlamına geliyor bu. Bu düşünceyi de tabii İstanbul’dan, İstanbul’un bugünkü hâlinden aldık. Buna uygun, sanatında bununla tartışan ya da mekanizmalarını kullanan sanatçılara ağırlık verdik. Zaten bunun dışında bir ölçüt de olamaz; çünkü “Ben bu ülkenin en iyi, en ünlü sanatçılarını seçiyorum” diye bir bakış düşünemiyorum. Bu subjektif ve kişiden kişiye değişebilecek bir yaklaşım. Zaten serginin kendisi de subjektif ve öyle olmak zorunda.

Nokta: Yine de eleştiriler almışsınızdır.

V.K.: Eleştiriler geliyor tabii. Bu tür mekanizmalara alışık olmadığımız için geliyor bu eleştiriler. Yoksa yaptığımız şey, bütün dünyada yapılanın tamamen aynısı.

Nokta: Sanıyorum geçen iki bienale katılan Türk sanatçı sayısı çok fazlaydı. Bu yıl bu sayı niçin bu kadar düşük tutuldu?

V.K.: Türkiye sergisini diğer sergiler arasında eşitlik içinde düşündük. Bu sergi, İstanbul’da gerçekleşen uluslararası bir sergi ve bu sergide Türkiye de yer alıyor. Hepsi bu. Aslında genel olarak sayısal bir kısıtlama söz konusu, çünkü tek mekânda toplanacak sergi.

Nokta: Zaten ünlenmişleri değil, daha genç, umut veren genç sanatçıları da desteklemeye yönelik bir seçim yaptığınızı söylüyordunuz. Bienale katılan sanatçılardan örneğin bir Gülsün Karamustafa bu şemaya oturuyor mu?

V.K.: Gülsün Karamustafa’nın çok büyük bir önemi var. Bu şehrin belli yönleri ve belli mekanizmaları üstüne çalışmış bir sanatçı. Onun bu sergide olması kesinlikle gerekiyordu.

Nokta: Bienal sonrasında olumlu olumsuz birçok eleştiri alacaksınız muhakkak. İlk kez böylesine büyük bir serginin düzenleyicisi olduğunuza göre, olumsuzlara karşı zırhlı hissediyor musunuz kendinizi?

V.K.: Eleştirilerden bir şey öğreneceksem inşallah öğrenirim, çünkü mutlaka benim de hatalarım olacak. Ama zırh takmaya vaktim yok. Benim işim iş yapmak. Ortaya bir şey çıkarmak. Bu işe bir misyoner edasıyla girmiyorum asla ama Türkiye’nin de kenarda köşede, bıkkın, sıkkın kalmasını istemiyorum. Oturdukları yerden şikâyet edenlere dayanamıyorum. Yapalım, deneyelim, bakalım neler oluyor. Benim bütün amacım Türkiye’yi uluslararası coğrafyaya çıkarmak. İnsanlar genelde “Niye ben yokum?” kaygısı içindeler. Normal bir kaygı; hem vitrin olmak, hem dışarıda sergilenmek istiyorlar. Öyleyse grup sergileri açın, alternatif sergiler açın, bir şeyler yapın ki bu hedefe varın. Küsmeye zamanımız yok.

Nokta: Bienalin bütçesinin çok kısıtlı olduğunu biliyoruz. Başka kuruluşlardan destek geliyor mu?

V.K.: Trajik bir bütçemiz var, doğru. Buradaki sponsorluk, uzun dönem sponsorluğu. Bienal diğer sanat etkinlikleri gibi hemen tatmin veren bir etkinlik değil, ama uzun dönemde de büyük tatmin vereceği kesin. Ne var ki gerçekten henüz alışık değiliz böyle bir etkinliğe. Hem pahalı hem de büyük bir karşılık sağlamıyor diye düşünülüyor. Bienal sözü bile henüz çok yabancı herkese. İlk bienalde Halil Bezmen’in yardımı oldu. İkincisinde Asil Nadir yetişti yardıma. Ama artık Asil Nadir yok.

Nokta: Dediğiniz gibi, alışılması zaman alacak bir etkinlik bu. Bu bienalle neyi amaçlıyorsunuz? Türk sanat yaşamına nasıl bir katkısı olmasını bekliyorsunuz? Aradan geçen zamanla nasıl bir etkinliğe dönüşebileceğini düşünüyorsunuz?

V.K.: Giderek daha büyüyen ve dünyanın dört bir tarafında tanınan bir uluslararası etkinliğe dönüşecektir muhakkak. Böyle bir kimliğe kavuşması gerekiyor. Örneğin, bizim davet etmemizi beklemeden, her ülkeden sanatçıların katılmak için talepte bulunacakları bir bienal olmalı. Herkesin gelip birbiriyle konuşmak, network’lerini kurmak ve bu konuyu yazmak isteyecekleri bir yer hâline gelmesini arzuluyoruz. Temel hedefimiz bu. Yurt dışındaki sergiler kadar önemli bir sergi olması. Paramız olsa bunu yaparız. Bu yalnızca para sorunudur. Hoş, bununla da bitmiyor. Örneğin bütçesi bizimkinin on iki on üç katı olan, Latin Amerika’nın en büyük bienali São Paulo hakkında neredeyse hiçbir şey çıkmadı basında, çünkü kötü bir sergiydi. Portfolyolardan seçilmiş bir sergiydi. Yine de bizim en büyük sorunumuz bütçe.

Nokta: Eczacıbaşı tek başına karşılayamıyor bu durumda…

V.K.: Eczacıbaşı tek basına koskoca bir müze yapıyor. Daha fazlası beklenemez.

Nokta: Sergi dışında bienalin diğer etkinlikleri neler?

V.K.: Uluslararası sergiler üzerine birkaç konferans olacak.

Nokta: Bizim yabancısı olduğumuz, birkaç yıldır duyduğumuz bir yenilik de “enstalasyon”. Sanat alanındaki moda ifade biçimlerinden biri mi bu?

V.K.: Aslında çok yeni sayılmaz enstalasyon. Türkiye’de de yeni değil. Bu tarz çalışan insanlar var. Ben çalışmalar arasında kategorik bir fark göremiyorum. Ancak şöyle bir şey var: Kimi dönemlerde, kimi şeyler diğerlerinden daha fazla ağırlık kazanır. Örneğin, 80’lerin ilk beş-altı yılı çok resim ağırlıklıydı. Kimileri bunu büyük bir geriye dönüş olarak yorumladılar. Özellikle Alman ve İtalyan ağırlıklı çizgi. Bir figüre dönüş dönemi yaşandı. Bu bir anlamda otoriteye dönüştü. Birinci Dünya Savaşı öncesinde Dada, Fütürizm vs. çıktı ortaya. Savaştan hemen sonra düzene dönüş yaşandı resimde, figüre dönüş yaşandı. Şimdi daha serbest ve yumuşak bir ortam var bence. Artık resme resim gibi bakamıyoruz eskisi gibi. Başka türlü bir bilgi nesnesi gibi bakıyoruz. Enstalasyon da bunun bir parçası. Yoksa aralarında böyle radikal bir ayrım yok. Bu sergide de olacak enstalasyon. Ama bunun dışında resim, heykel, video, duvara yapılan resimler ve fotoğraf da var.

Nokta: Yabancı sanatçılar içinde kendi ülkelerinde çok tanınmış olanlar kimler?

V.K.: Tanınmış birçok sanatçı geliyor. Örneğin Polonya’dan Mariusz Kruk, Avusturya’dan Heimo Zobernig, Amerika’dan Robert Sanchez, İtalya’dan Fermariello gibi.

Nokta: Düzenleyicisi olduğunuz bu bienali nasıl tanımlarsınız bize?

V.K.: Yeni bir şey olacak derim. Görülmedik işler olacak. Dışarısı için de çok ilginç ve önemli bir sergi olacak. Bütün bu inanılmaz para sıkıntısına rağmen, herhangi bir sergi olmayacak, yabancı basında da sözü edilecek. Bu benim hoşuma gidiyor. Gerçek bir yerde yapılan gerçek bir sergi olarak bakabiliriz bu bienale.

Nokta: İzleyicilerden, basından, diğer sanatçılardan beklentileriniz yok mu?

V.K.: Toleranslı ve açık olmak. Ve en önemlisi bu tür bir etkinliğe hazır olmak. Bu gibi işleri yapmış olanlar bilirler, korkunç bir tempo; bir tür delilik ve aşk isteyen bir iş.

Nokta: Bienal sonrası ne yapacaksınız?

V.K.: Bienal sonrası boşum! Rüzgâr nereye götürürse orada olacağım. Aslında öncelikle tatil yapmak istiyorum, çünkü iki yıldır tatil yapmadım.