Metafordan Metamorfoza

Manuel De Castro Caldas İçi̇n 

Bir resmimin iki kişiyi temsil etmesi beni ilgilendiriyor mu sanıyorsun? Bu iki kişi benim için bir gün vardı, ama artık yok. Onların “görüntüsü” bana resme başlayabilmem için bir duygu verdi; yavaş yavaş gerçek varlıkları bulanıklaştı; bir kurguya doğru geliştiler ve yok oldular, daha doğrusu türlü çeşitli sorunlara dönüştüler. Gördüğün iki kişi değil, renkler ve biçimler: Artık iki kişi düşüncesini taşıyan ve onların varlıklarının titreşimlerini sürdüren renkler ve biçimler. 

Pablo Picasso 

Şöyle bir senaryo: Kadın plajda kum tepeciğinin üzerinde, yan yatmış; bacakları hafif ayrık, sağ dizi bükülü; erkek kadının arkasında aşk pozisyonunda; kadının sırtından uzanıyor, onu boynundan kendine çekiyor, öpüşüyorlar. Olmayacak, böyle yazması olası değil. Bu resme temsil zihniyeti ile bakıldığında çıkmaz yola giriliyor; kadının kolları eksik, ortada bir fazla bacak var, ya da dört fazla; vücudun delikleri, organlar, eklem yerleri göçmenleşmiş; ağızlar mazgallara, diller kazma uçlarına benziyor. Resme hükmünü geçirmeyi becermiş bir görsel düzen yok. Bu vücutlar iş görme ve beceri niteliklerine göre kurulmamış ve vücudu oluşturan parçalar arasında bir hiyerarşi de söz konusu değil, Görüntüleri kadar, kendi işlerlikleri de görsel dünyanın bildik yasalarına uymuyor. 

Resmin sunduğu bilgi ile resimden alınabilen bilgi arasında zıt bir ilişki var. Temsil gözü ile bakıldığında bilgi boşlukları doldurulmaya çalışılıyor, görüntü “düzeltiliyor”. Bu tür bir okuma resme karşı, resme karşın gelişir, şu şuna benzer diyerek vücut parçaları tamamlandığı ya da başka şeylere benzetildiğinde pili biter bu senaryonun. İkinci bir senaryo: Metafora dayalı bir model. Vücutlarda görülen şişmeler, sivri ve yuvarlak uzantılar cinsel arzunun kızışmasının psikolojik ve fizyolojik göstergeleri. İki biyomorfik seks makinesi ile karşı karşıyayız. Böyle de olmayacak, kısmen geçerli de olsa, deformasyonları sırf cinsel metafor gibi görmek olası değil. Nitekim, vücutlarda cinsiyetin sürekliliği yok. Göğüslerin iki vücut arasına yerleşmesinde, vücutların birbirlerine geçip erimesinde, organlar, delikler istenilen yerlerde belirip yok oluyorlar. Neyin parçası kimin, önemini yitiriyor. Vücutlar cinsel kimliklere göre kurulmadığından cinsel ilişki metaforlarından söz etmek bizi resme daha yakınlaştırmıyor, yani bu tür bir açıklama aynı zamanda resmi kavramamızı frenliyor. Cinsiyet ve cinsel seçim gösterge dünyasına aittir. Deleuze ve Guattari bu konuda şöyle hatırlatıyorlar; “Biz, toplumsal ve istatistiksel düzeyde heteroseksüel, kişisel düzeyde, bilerek ya da bilmeden homoseksüel ve sonunda ilkel ve atomik durumumuzla transeksüeliz”. Bizim de bu resimlerde belirdiğine inandığımız ilkel ve atomik düzey; nesne amacı gütmeyen arzunun durumu. 

Pŝişik değişmeler… insani çizgileri siliyor… ağız ve gözler şeffaf dişlerle atlayıp koparmaya çalışan bir organhiçbir organ işlevi ve durumuna göre sabit değil… cinsel organlar herhangi bir yerde yeşeriveriyor… rektumlar açılıyor, sıçıyor ve kapanıyorlar… bütün vücut göz açıp kapayıncaya kadar rengini ve kıvamını yeniden düzenliyor.

William Burroughs

Picasso, 1927 ile 1932 arasında, insan figürünün yoğun bir deformasyona uğradığı bir dizi görüntü üretti. Bu resimler Picasso yazınında es geçilen bir epizod olarak kalmıştır. Bu resimleri anlatmak için, “vahşi”, “saldırgan”, “canavar”, “anti-insan” gibi tanımlara başvurulur ve bu deformasyon dürtüsünde zevk ve nefretin el ele yürüdüğü yazılır. Bu yaklaşımda bir gerçek payı yok değil, ancak, gördüğümüz gibi, bu resimlerin inşa ilkeleri resmin dışından verilmiş bir ön bilgiye dayanılarak buyurulmadığı için, eleştiri bir iki karşılaştırmadan sonra sessizliğe bürünür. 

Belki bu resimlerin ne olabileceklerine dair tiyoyu veren metin Artaud’nun: “Gövde… tektir ve organlara ihtiyacı yoktur. Gövde organizma değildir. Organizmalar gövdenin düşmanıdır.” Bu metin şöyle yorumlanabilir: Bilinçaltını bilincin, gövdeyi organizmanın ötesinde kavrayabiliriz. Organizma cogito ile anlaşılır, temsil içinde var olur, bu da her seferinde hatalı bir temsildir (çünkü temsil her zaman hatalıdır). Gösterge ötesinde ve öncesinde var olan gövdeyi, organizma tutuklamaya çalışır. Yani, gövde hareketlilik ise, organizma temsildir. Picasso’nun bu resimlerinde gövde organizmaya aldırmadan su yüzüne çıkar, bu anlamda figüratif okumaya darbe vurur. Picasso, baştaki sözlerinden hissedildiği gibi, resim yaparken, görsel dünyayı, organizmayı resimden silerken, tecennüm dünyası belirmeye başlar. Resim, bir yıkımın özetine dönüşür. Bu tecennüm dünyası cinsiyet öncesidir, hür libidonun dolaşımıdır. 

Görsel yolla tanıdığımız dünyanın parçalarıyla da karşılaşılır bu görüntülerde, ama önemli olan figürlerin tanınabilirliği değil, yok oluşlarıdır. Bu anlamda, bu resimler gerçeküstücülük pratiğine de taban tabana zıttır. Gerçeküstücüler tecennüm gövdesini cogito’nun diline geri çevirirler. Görsel mantığa geri yollarlar ve bu anlamda görüntü temsil dünyasına döner. Örneğin Dali ve Max Ernst’in yarattıkları, insani organizmalar olmasa da organizmadırlar. Yani, rasyonel insandan boşalttıkları mekânı bu kez oldukça farksız görsel yedeklerle doldururlar. Onların figürleri deformasyona uğramak yerine şekillenmişlerdir. Hareket yetileri vardır. Picasso’da görüldüğü gibi, elin göze isyanı yoktur. 

Picasso’da organizasyon yok olmaya yüz tutar. Sanki, aklın hükmettiği bilinçli dünyanın, sosyal makinenin güvence unsurları, temsil ve gösterge dünyasının emniyet subapları bozulmuş, sigortalar devre dışı kalmıştır. İçeri dışarıya taşmış, dışarının kontrolünden, yönlendirmesinden çıkmıştır. 

Picasso, dünyanın bir görüntüsünü vermek yerine, dünyanın kendi içindeki varlığını çizer. Farklı pozları, aynı anda aynı gövde ve mekâna işleyen Picasso’nun, Lyotard’ın dediği gibi, “zamana, mekâna, görülen gerçekliğe ve ayrıcalıklı pozlara karşı erotik bir umursamazlığı vardır.” Resimleri bir amaç gütmez, kendi yönlerini ve yollarını çizerler. Bu, bir anlamda, Klee’nin Werk als Weg kavramını da çağrıştırır. Ne oldukları değildir önemli olan, nasıllıkları ve onları neyin yaptığı önemlidir. Bu tür bir resmin yapılışı kadar izlenişi de bir tür sosyal körlük gerektirir. Tecennüm, tıpkı Burroughs’tan yaptığım alıntıdaki eroinmanın deneyimi gibi, değişik bir varlık halidir. Söz konusu olan nesnenin önemini yitirmesi, arzunun, nesneye değil, hür libidonun dolaşımına kendini kaptırdığı bir hareketliliktir. Resim ise sadece geriye kalan bir izdir. Manuel, Koltuktaki Kadın resmi için şöyle demişti: “Bu daireler benim hedeflerim, gözlerimin, ellerimin varacakları yolu gösteriyorlar, onların dokunacağı gibi, şimdi dokunduğum gibi.” 

1- Picasso on Art: A Selection of Views, Dore Ashton, Ed., Thames and Hudson, London,
1972, 10.

2- Gilles Deleuze et Felix Guattari, L’anti-Oedipe, Minuit, Paris, 1972, 82.

3- William Burroughs, Naked Lunch, Grove Press, New York, 1982, 9.

4- Antonin Artaud, & nos 15-6 (1948), bkz., Gilles Deleuze-Felix Guattari, A Thousand Plateaus, University of Minnesota Press, Minneapolis, 1987, 158. 

5- Jean-François Lyotard, Driftworks, “The Connivances of Desire with the Figural,” Semiotext(e), New York, 1984, 64.